Dilenci Çocuk

Dilenci Çocuk
Yaşanmış bir olayın hikayesi. Konya Ereğlisi'nde öğretmenlik yaptığım yıllarda öğrencilerimle bizzat yaşadığım, öğretmen arkadaşlarım için fırsat eğitimine tatlı bir örnek.

     Öğretmen yorgun argın daldı şehrin en yoğun sokaklarından birine. Hemen solda bir otobüs durağının yanında öğrencileriyle karşılaştı. “Vaay adamın kralları!” dedi ve ekledi; “Kralın adamı değil haa!” Sarıldılar birbirlerine gülüşürken. Aralarındaki muhabbeti gören, az önce okulda birlikte olduklarını bilemez, uzun zamandır görüşmemiş kadim dostların karşılaştıklarını sanırdı.

     Ayakta devam etti sohbet bir süre… Ayrılmayı düşünmediler; yorgunluk hissedince baktılar durak boş çöküverdiler hemen oracığa. Sohbet koyuydu, çekiciydi, verimliydi.

     O sırada küçük kara bir el sokuldu öğretmenin iki kaşının arasına; “Allah rızası için bir ekmek parası…”

     Öğretmen kaldırdı başını yavaşça. Pejmürde kıyafetiyle boynu bükük kara yağız bir çocuk bulanık kahverengi gözlerle bakıyordu... Nefesler tutuldu. Ortamı meraklı bir sessizlik kapladı.

     “Delikanlı” diye seslendi öğretmen, “buralardan değilsin anlaşılan, nerelisin?” “Adana.” dedi çocuk pozisyonunu bozmadan. “Okula gidiyor musun?” “Üç’e gidiyorum.” “Okulun nerede?” “Adana’da.” “Kaç gündür buradasın?” “Dört beş gün oldu.” “Yalnız başına mı!” “Ailemle geldik?”
     Öğretmen bir ele bir çocuğa baktı ve ekledi; “Aylardan Ramazan, okullar açık, senin okulda olman lazım değil mi, ne işin var bu şehirde? Ailen buna nasıl razı oluyor?”

     Beklenmedik bu soru karşısında elini indirdi dilenci çocuk. Cevapsız bıraktı son soruyu. İki yana sallanmaya başladı. Belli ki dilenci olduğunu unutmuş, birden öğrenci olduğunu hatırlamış, mahcup olmuştu.

     Çok üstüne gitmedi öğretmen. “Bak,” dedi “seninle bir oyun oynayacağız.” Elini cebine daldırıp bir avuç dolusu bozuk para çıkardı. “Bu paraları alacaksın, ben de sana elimi açıp yalvararak dileneceğim. Sen de ‘bir muhtaca yardım ediyorum’ duygularıyla paraları avucuma koyacaksın. Hazır mısın?” Dilenci çocuk arkadan öne başını salladı.

     Paraları verdi çocuğa. Sonra da tam bir dilenci edasıyla boynunu büküp elini açtı, yalvarmaya başladı: “Allah rızası için bir ekmek parası!” Çocuk elindeki paraları öğretmenin avucuna bırakıp çekti. İki elini yumruk yapıp dışlarını iki böğrüne dayadı çabucacık. Heyecanlanmış, bu yüzden de gözleri parlamış, kuralsız hızlı hızlı nefes almaya başlamıştı. “Bir daha yapalım.” dedi. Öğretmen. Paraları dilenci çocuğun eline bırakırken sol eliyle de çocuğun elinin dışından şefkatle kavrayıp durdu. Çocuğun tedirgin bakışlarının içine bakarak; “Paraları bana verirken bir muhtaca yardım ettiğini hissetmelisin ama.” dedi. Çocuk yine başını salladı. Bir daha yaptılar. Sonra bir daha…

     “Hangisi daha iyi,” dedi öğretmen paraları avucuna sıkıştırıp, “almak mı yoksa vermek mi?” Hırıltılı bir sesle “Vermek…” diye cevap verdi dilenci çocuk. “O hâlde” dedi öğretmen, “veren el olmalısın, helal kazanıp veren el olmaya çalışmalısın. Anlaştık mı?” Bu sefer hem başını güçlüce sallayıp hem de “Anlaştık.”  diyebildi.

     “Madem öğrenciymişsin, bu paraları sana vereceğim... Ancaak; dilendiğin için değil öğrenci olduğun için. ‘Bir amca bana okul harçlığı veriyor’; diye düşüneceksin. Şimdi lütfen bu paraları benden okul harçlığı olarak kabul et.” dedi ve çocuğun eline paraları sıkıştırdı. “Kabul ettiğin için teşekkür ederim. Gidebilirsin…”

     Dilenci çocuk elindeki paralara bakarak uzaklaştı. Sanki ayakları yere değmiyordu.

     Öğretmenin yanındaki bütün öğrenciler hep birden “Vay bee!” diyerek o ana kadar tuttukları nefeslerini bıraktılar. Öğretmen onlara dönerek sordu: “Ne diyorduk?”

     ...

     [ Musa Mert ]
     (Diyanet Çocuk Dergisi , Kasım 2012, sayfa: 16, 17)